14 Mayıs 2010 Cuma

Doğaya Parasal Değer Biçmek

Takip ettiğim aylık dergilerden birisinde ilginç bir yazıya rastladım. Konu özetle şöyle: Ekosistemdeki tüm canlılara parasal değerler biçip, biyoçeşitliliği korumanın, onu tahrip ederek kazanç sağlamaya çalışmaktan daha kazançlı bir yöntem olduğunu savunan "ekoloji ekonomisi". Ne ekolojiden, ne de ekonomiden fazla anlamam. O yüzden bu konuda detaylı ve derinlemesine bir yorum yapamayacağım. Ancak okuduğumdan anladığım kadarıyla bana ilginç gelen bu yaklaşımı paylaşacağım.

Bu yaklaşıma göre, doğanın üretip bize sunduğu herşey bir ekonomik değere sahip olmalı. Mesela yeryüzündeki çoğu bitkinin tozlaşmasında çok çok önemli rolü olan bal arılarının dünyadaki yıllık meyve üretimine katkısı aşağı yukarı hsaplanabilir. Ancak yeryüzündeki canlı türleri arasında çok karmaşık bir ilişki olduğundan bu fiyatları hesaplamak oldukça zor bir iş. Hatta bu değer tam olarak hesaplanamaz, belki de paha biçilemez. Ama bir görüşe göre yeryüzündeki doğal afetlerin ya da çevresel felaketlerin, bazı firmaların kar hanelerinde artışlara yol açmasının sebebi doğanın bir fiyatının olmaması. Oysa doğaya bir fiyat biçildiğinde bu firmaların kar değil, çok büyük zarar ettikleri ortaya çıkıyor. Örneğin; bir bölgedeki bozulmamış yağmur ormanlarının ekonomik getirisi, barındırdığı şifalı bitki çeşitleri, turizm gelirleri, yerel halkın yiyecek ve odun ihtiyacını karşılaması gibi sebepler hesaba katıldığında çok yüksekken, bu ormandaki ağaçlar kereste için kesildiğinde gerçek değerinin çok çok altında bir miktara satılmış oluyor.

Sonuç olarak, insanoğlu kendi ürettiği mallara ve sunduğu hizmetlere paha biçmekle yetinmeyip, doğayı da kapitalist sisteme alet etmenin yolunu bulmuş gibi görünüyor. Tek iyi tarafı ise bunu doğayı ve biyoçeşitliliği koruyarak yapıyor olması. Aslında, doğayı sadece maddi çıkarlar için inanılmaz bir hızla tahrip eden firmaları bir an önce durdurmanın yolunun (tek değil ama en hızlı yol) onlara daha fazla para kazanacaklarını söylemekten geçtiği bir gerçek. Bu sebeple, bu yöntemi kesinlikle akıllıca bulduğumu söylemeliyim. Ama yine de doğayı fiyatlandırmak benim içime sinmiyor.

Ekoloji ekonomisi hakkında daha fazla bilgi için: Wikipedia

1 Mart 2010 Pazartesi

Bir Üniversite Bunlara Muhtaç mıdır?

Çağımız elektronik haberleşme çağı. Artık hayatımızdaki birçok şeyi elektronik ve otomatik olanlarla değiştirdiğimiz, insan hatasını en aza indirgemeye çalıştığımız, insan gücünden daha farklı şekillerde yararlanmaya çalıştığımız bir çağ bu. Örneğin; artık toplu taşıma araçlarına binerken, araçlarımızla otoyollarda ödeme yaparken, otopark girişlerinde, bankacılık işlemlerinde hep benzer otomatik sistemleri kullanıyoruz. Düşündğümüzde aslında tüm bu sistemler hayatımızı gerçekten kolaylaştırıyor. Söz konusu olan bir üniversite kampüsü olduğunda da benzer sistemlerin işe yarayacağı oldukça açık. Örneğin; personele ve öğrencilere özel alanlara (kütüphane, otopark, sosyal tesisler, yemekhane vb) girişte hem güvenlik açısından, hem de bazı sayısal istatistikler edinip daha iyi hizmet sunabilmek açısından bu tür elektronik sistemler son derece yararlı olabilir. Peki nereden başlamalı?

Benim de mensubu olduğum Ege Üniversitesi bu değişime öğrenci kartlarını değiştirmekle başladı. Her sene öğrenci kartı için başvuranlardan alınan ücret yine aynı şekilde talep edildi. Buraya kadar herşey iyi ve olağan. Ancak öğrenci kartlarını almak için dağıtım noktasına gittiğimde aslında birşeylerin olması gereken gibi olmadığını farkettim. Öğrenci kartı alabilmek için yapılması gereken işlemler şöyleydi:

- x bankasına duyuruda belirtilen kadar para yatır.
- Kart dağıtım noktasındaki y bankası görevlisinin verdiği 2 adet uzun banka sözleşmesinde (Evet, bildiğimiz 20 küsur sayfa uzunluğunda, sizin çeşitli zor durumlarda kalmanız halinde bankanın sorumlu olmadığına dair olan banka sözleşmesi.) gösterilen yerlere imza at.
- y bankasına ait 2 adet zarfın içindeki kartları imza karşılığı teslim al. Bu kartlardan bir tanesi ön yüzünde öğrenci bilgilerinin olduğu banka hesap kartı. Diğeri ise kredi kartı. Kredi kartını istemiyor olmanız durumunda zarfın üzerine "istemiyorum" yazıp imzalıyor ve görevliye geri teslim ediyorsunuz.

Bu işleyişi gördükten sonra doğal olarak kafamda sorular oluştu. Soruların cevabını orada bulunan banka görevlisi arkadaştan öğrendim. Ege Üniversitesi'ndeki "tüm öğrenciler" için, herhangi bir başvuru alınmaksızın y bankasında hesap açılmıştı, ön yüzünde öğrenci bilgileri olan banka kartları ve ek olarak da kredi kartları basılmıştı. Dikkatinizi çekerim, bu işlemlerin hepsi üniversitedeki "BÜTÜN" öğrenciler için, kendilerine sorulmadan yapılmıştı. Yani benim ve diğer tüm öğrencilerin fotoğrafları dahil, gerekli tüm bilgileri üniversite veritabanından banka veritabanına aktarılmıştı. Öğrenci kartınızı almak istiyorsanız, herşeyin yasallaşması için o upuzun banka sözleşmesini imzalamanız gerekiyordu. Doğruluğunu bilemiyorum ama konuştuğum bazı öğrenciler istemedikleri halde kredi kartını da almak zorunda bırakıldıklarını söylediler. Şimdi yukarıda yazdığım maddelerin birincisine bakın. Üniversite y bankasıyla anlaşmış ve açılacak banka hesaplarıyla basılacak kredi kartları karşılığı, öğrenci kartlarını y bankasına bastırmış. Peki o zaman neden x bankasına para yatırılması gerekiyor? Herşeyden öte, bir üniversite kişilere sormadan nasıl kişisel bilgileri bir bankaya aktarabiliyor? Ben bu soruların cevabını hala bulamadım. Binlerce öğrenci için basılan 2 adet kartın (Toplam kart sayısı, öğrenci sayısının 2 katı eder.) üretimini ve alınmayanların çöpe atıldığını düşünürsek sanırım işin bir de çevresel maliyeti var.

Bu olay üniversite yönetimi tarafından basına sadece olumlu yönleriyle yansıtıldı: "Öğrencilerimize uygun şartlarda banka hesabı ve kampüs içindeki işlemlerde kolaylık için elektronik kartlar sağlıyoruz." Ne güzel!

"Otomatik kampüs" için Ege Üniversitesi'nde atılan bir başka adım da giriş-çıkış kapılarının düzenlenmesi. Araçlara yapıştırılan etiketlerin içindeki elektronik kontrol mekanizması sayesinde artık bazı kapılar otomatik açılacak. Bu etiketlerden öğrenciler ne şekilde yararlanacak bilmiyorum ancak bir süre önce personele yapılan bir duyuruda, personele bu etiketlerin ücretsiz verileceği söylendi ve herkesin araç ruhsat fotokopilerini yönetime iletmesi istendi. Yine herşey olağan görünüyor değil mi? Ancak öyle olmadığını bu duyurudan yaklaşık 1 ay sonra gelen açıklamayla öğrendim. Araç pulu/etiketi alabilmek için gerekli olan şartlar şöyle:

- Araç kişinin kendi üzerine olmalı.
- Araç kişinin kendisine değil eşine aitse, evlilik cüzdanı fotokopisi ile bu kanıtlanmalı.
- Araç kişinin anne ya da babasına aitse, nüfus cüzdanı fotokopileri ile bu kanıtlanmalı + belirtilen miktarda para üniversite banka hesabına yatırılmalı.

Eğer yukarıda sayılanların dışında birisine ait araç kullanıyorsanız ya da bir kişinin üzerine kayıtlı iki araca birden etiket almak istiyorsanız, üzgünüz ama kampüse giremezsiniz. Bugün o kapılardan birisinden geçmeye çalıştığımda güvenlik görevlisinin uyarısı aynen şöyleydi: "Siz hangi bölümdensiniz? Etiket almadınız mı hala? Bakın bu son kapı açılışı. Bir daha etiket olmadan buradan geçemezsiniz!". Büyük ihtimalle orada bir görevli olmayacak bir dahaki sefere.

Tahminen bu etiketlerden almak isteyen öğrencilerden de belirli bir miktar ücret talep ediliyor. Aslında buradaki sorun ücret talep edilmesi değil. Bana göre buradaki en büyük sorun, ücretsiz etiket dağıtımı yapılacağı duyurulan personel arasında ayrım yapılması ve aracı kendi üzerine olmayanlara türlü zorluklar çıkarılması. Ya herkesten ufak da olsa bir ücret talep edilmeli ya da herkese ücretsiz olmalı. Herkes aynı işlemlere tabi tutulmalı. Bir üniversitede kaç tane kişinin çalıştığı biliniyor olmalı. Her bölüme çalışan sayısı kadar etiket dağıtılabilir, sayıdan emin değillerse araç kullananların sayısı istenebilir, güvenlik için ruhsat fotokopileri saklanabilir ya da başka önlemler alınabilir ama böyle bir ayrım yapılamaz. Önemli olan, kimin aracını kullandığımdan öte, aracın içindekinin ben olup olmadığımdır sonuçta.

Bilindiği üzere Türkiye'nin en eski ve en büyük üniversitelerinden birisi bu söz ettiğim. Ama aslında hiç önemi yok hangisinin olduğunun. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken, bir üniversitenin gerçekten bu gibi hareketlere muhtaç olup olmadığıdır. Eğer muhtaçsa bu hale gelmesinin sebebi üzerinde düşünülmeli ve çözümler aranmalıdır. Eğer muhtaç değilse o zaman bütün bunların nedeni sorgulanmalıdır ki bana göre bu durumda olanlar çok daha vahimdir.